banner440

google.com, pub-6607037292168000, DIRECT, f08c47fec0942fa0
BİST
4.854,16
ALTIN
1.043,73
DOLAR
18,62
STERLİN
22,41
EURO
19,31

Papağanların kurulmuş saat gibi hep aynı cümlelerle beynime hücum etmesi, falancanın falancayı aşk mesafesinde sevmesi, ona olan aşkını sürekli ilan etmesi, ne kadar büyük işler yaptığını ifade etmesi, büyük büyük adamlarla diyalog kurması, kendisiyle sohbet edilmesi, nargile çekerken fotoğraflanması, çay içerken selfiyesi… 

Akşamları kurduğumuz cümlelerin üzerine yatıp kırıştırıyoruz, sabah kalktığımızda tekrar ütüleyip başlıyoruz aynı şeyleri konuşmaya.

Tek yaptığımız lafı biraz uzatmak, araya birkaç farklı cümle yerleştirmek.

Bir iki fıkra, birkaç video, komedi filmlerinden öğrendiğimiz replikler, dizilerden alıntı yaptığımız hadiseler…

“Bu hafta hiç kitap okudun mu” diye sorulsa birçoğumuz cevap veremeyiz.

Bırakın bu haftayı ömrün boyunca kaç kitap okudun, iştigal ettiğin konuyla alakalı hangi bilimsel araştırmayı takip ettin, mesleğinle alakalı dünyada neler olup bitiyor, siyasiysen eğer savunduğun fikrin muhalifleriyle alakalı hiçbir araştırman var mı, adamların dünya görüşünün detayları nedir deseler hiç zorlanmadan “Ink” deriz.

Biz millet olarak konuşmayı çok severiz nedense.

Hepimiz deryayızdır.

Din konusunda en büyük ulema, hükümet devirmekte en büyük devrimciyizdir.

Namazımızı kıldıktan sonra çayımızı yudumladığımız camii derneğinde, kahvelerde, kafelerde, dost sohbetlerinde kimimiz imamın nerede yanlış yaptığını, kimimiz bu gün yıkılması gereken devletin nasıl yıkılacağını, kimimiz peşinden koştuğumuz liderin karşı lidere nasıl geçirdiğini, kimimiz de askerlik ve çapkınlık anılarımızın muhabbetini yaparız.

Bazılarımız susmayı sever elbette.

Susar susmasına ama çoğu kez susmayı mahcubiyetimizi örtmek için kullanırız.

Kimi zaman unutulmak korkumuzu yenmek için… 

Bu konuda da çok yetenekli olduğumuzdan susmayı sadece sloganlara hapsederiz.

Sol görüşlü olduğunu bildiğimiz kardeşlerimiz “Susma, sustukça sıra sana gelecek” dediği zaman anında yaftalarız ama susmamızdan sonra başımıza gelen hadiseleri görünce “Sen susarsan, ben susarsam, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” diye başlarız kendi sloganlarımızı atmaya.

Hatta işin içine ŞEREFİ de katmayı ihmal etmeyiz.

“Şerefliler şerefsizler kadar cesur olmadıkça o ülke düzelmez” demeye başladığımızda karşı tarafı şerefsiz kendimizi de en şerefli yapıveririz.

Oysa işin garip tarafı; Bu sözü her bir tarafta söylemektedir ve sözün mimarı da İsmet İnönü’ dür.

Kime yakıştığına nasıl karar vereceğiz?

Bu susma ve konuşma konusunda kim ne düşünür bilemem ama bu günlerde konuştukça sıranın bize geldiği çok açık.

Susmayı sevenlere yok bir sözüm… Mazeretleri vardır!

Fakat konuştukça sıranın bize gelmesine ne demeli?

Bu adamlar yukarıda ifade ettiğim boş sohbetlerden, kelimeleri iğfal etmekten, fikrin fahişesi olmaktan, dedikodu üretmekten hoşlanmayarak memleket meselelerine kafa yoran insanlar.

Çoğu zamanda namlunun ucundaki kurşunların hedefi olmuş kişiler.

Onların boş konuşmayarak, susmayarak, daha huzurlu, daha çağdaş, daha yaşanabilir bir dünyada ve insan olmanın verdiği onurla yaşayabilmemiz için verdikleri mücadelenin neresindeyiz sen ve ben?

Günde kaç kez susarak konuşmuş olacağız, kaç kez araştırmayarak öğrenmiş olacağız ve kaç kez konuşarak, anlatarak hain olacağız?

Eşine, dostuna, akrabana “konuşunca ne oluyor, artık vazgeçsen” demeye başladıklarında cevabın nedir?

Susmayarak ne mi yapmaya çalışıyorum?

Hesabımı huzur-u mahşerde kısmen de olsa rahat vermeye ve sıranın bana gelmesini sağlamaya!

Susmanın ne kursu, ne de kitabı var. 

Birde konuşmayı dene istersen!

Kalın sağlıcakla…

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.