Sakın ha kalkınmayı dünün çulsuzluğundan bu günün kalkınma müdavimlerine bakarak lüks araba veya jiplerine binen zenginler ile bürokrat ve müteahhitlerin işbirliğine dayanan, rüşvet, kayırma, ihalecilik diye algılamayın.
Eğer Google amcamıza “Kalkınma nedir” diye sorarsanız size onlarca çözemeyeceğiniz teknik terimlerle anlatmaya başlar kalkınmayı.
Oysa bize bizim anladığımız dilden, bu günün çelişkileriyle izah etmeye çalışacağımız manası lazımdır.
Kısaca; Kalkınma bizim yükselme çabamız. Yoksulluğa düşen milletin sefaletten kurtulma mücadelesidir ve bu ancak devlet eliyle mümkün kılınabilir.
Soru basit; Bu yükselme çabamızda başarılı olduk mu? Yoksul olan vatandaş olarak sefaletten kurtulduk mu?
Şimdi bu soruyu bazı tuzu kurulara sorarsanız pek tabiidir ki “Oh, hem de nasıl… Dün neredeydik, bu gün neredeyiz… Bir elimiz yağda bir elimiz balda” diye cevaplarlar.
Peki, sokaktaki Mehmet amcaya, evdeki Huriye halama sorarsanız ne cevap verir?
Her sabah işyerinin kapısını “ Bu gün işyerime icra gelir mi” korkusuyla açan esnaf Hamit amcaya sorarsan!
Akşam başını yastığa “ Yarın da kredi taksitimi ödeyemezsem iyice rezil olacağım” diye koyan ve sabaha kadar gözüne uyku girmeyen memur Rıza beye!
Aldığı 850 TL asgari ücretle kirasını, elektriğini, suyunu, doğalgazını ödemek, evin iaşesini temin etmek, pazar parası bırakmak ve 2 tane evladını okutmak zorunda olan işçi Selim abiye!
Tüm güçlüklere rağmen babasının okuttuğu ve yıllardır sadece mezun olmakla kalan işsiz üniversiteli Selin kızımıza!
Artık hiçbir umudun kalmadığını görerek kimsenin olmadığı ıssız bir yerde boynuna asacağı ipi hazırlayan Necdet’ e!
Örnekleri o kadar çok çoğaltabiliriz ki…
Soralım bakalım; Kalkınmadan ne anladıklarına…
Kalkınmanın onların hanesine, sofrasına, işyerine, asgari ücretine, diplomasına, kaytanına ne kadar yansıdığını.
Bu ülke elbette bu duruma 11 yılda gelmedi ve hatta geçmiş hükümetlerle kıyaslarsak kısmen de olsa düzelmeler olduğunu görürüz lakin 11 yıl be kardeşim… Dile kolay, 11 yıl ve tek başına iktidar…
O tuzu kurular gayet memnun bu 11 yıldan çünkü onların kalkınma seansları bu aralıkta gerçekleşti.
Bırakın eski esnaf veya işçi-memur olmalarını, sıfırdan başladılar her şeye ve akıl almaz bir şekilde büyüyerek trilyonluk oldular.
Kalkınma hamlelerine rehberlik eden büyükleri onları o kadar hızlı büyütüyor ve öylesine geliştiriyor ki önlerinde diğerlerinin durabilmeleri mümkün olmuyor.
Eğer bir adam bu kadar kısa sürede gelişip kalkınabiliyorsa diğerlerinin ondan daha aptal olması veya müteşebbis ruhlu olmamaları gerekiyor değil mi?
Öyle de değil… Eğer aptal olsaydı ondan önce ticarete atılmazdı… İşini bir noktaya getirecek müteşebbislerden olamazdı.
20-25 yılın esnafları iflas ederken, millet evine götürecek ekmek bulamazken bu kadar hızlı zengin olmanın hikmeti mucizesi nedir acaba?
Onları bu kadar kısa sürede kalkındıran ve zengin eden sebep ne?
İşte burada adaletten bahsi kesip sadece kalkınma tarafının gücünden söz etmek gerekir.
Bu devletin kurumları bu hızlı zenginleri bir inceleseler neler bulurlar dersiniz?
Mesela Kocaeli’ de sadece bir kişiye fazla değil bir kişiye el atsalar bu kentteki tüm hızlı kalkınmacıların kalkınma sebebini anlamış olurlar.
Bu adam bu kadar servet edinirken hangi kuruma iş yapmış?
Bu kuruma kestiği faturaların toplam bedeli ne kadardır?
Neden sadece işler bu adama verilmiştir?
11 yıl önceki serveti ne kadardır?
Bu günkü serveti ne kadardır?
Tabii bunların sorgulamasını yaparken karımın, oğlumun, gelinimin üstüne diye sağa sola kıvırmasına müsaade etmeden sorgulanmalıdır.
Hacılığına hocalığına bakmadan…
Akına karasına bulanmadan…
Yukardan gelecek baskıyla yılmadan yapmalıdır görevini…
Bir tek onun şifresini çözerseniz eğer daha şifresi çözülecek çok adam sayarım size.
Ama nerde öyle yürekli adamlar?
Nerde öyle vatan-millet Sakarya diyecek cengâverler?
Olan senin-benim gibilere oldu hep bu ülkede.
Bizi birbirimizle çarpıştırdılar, aramıza nifak soktular, adaletçilerle kalkınmacılar olarak ikiye böldüler, karşılar icat edip dövüştürdüler ve biz bunlarla meşgul edilirken bizi çarpıştırdıklarıyla ortaklıklar kurarak aptallığımızı tescil ettirdiler.
Bizim dostlar hala CHP, MHP, SP ile kavga eder halde duruyorlar ve birde bu yetmezmiş gibi hala ve göz göre göre, yapılanları bile bile, bu milletin çile çekmeye devam eden insanlarına aldırmadan ve başını kuma gömerek “Yaşasın, sen en büyüksün” nidaları atmaya devam ediyorlar.
Bu millet her dönem ve hep böyle aldatıldı…
Bu millet kendisini sömürenlere, rüşvete, yolsuzluğa bulaşanları bile çaresizlik içinde savunmaya devam ettirildi.
Verilen üç-beş piyasa rakamlarıyla, iç borç-dış borç, IMF teraneleriyle çilekeş, aç insanların ne halde oldukları unutturuldu.
Ne yazık ki o çemberin içindeyken savunmak zorunda hissettiğin sahte gerçeklerden daha gerçek ve sahici bir dünya olduğunu göremez hale getiriliyorsun ve ne yazık ki o günlerine tövbe etmek zorunda kalıyorsun bir zaman sonra.
Uyumak ve uyutulmak mı, yoksa uyanıp uyandırmak mı?
İnanın, uyanıp uyandırmaya çalışmak en zoru.
En zoru çünkü uyanmak istemeyen o kadar uyuşuk beyinler var ki; hepsiyle uğraşmak, hepsine dert anlatmak ölüyü diriltmek gibi bir şey ve sonra üzerine yaftalanan iğrenç cümlelerde cabası.
Velhasıl-ı kelam dostlar; Yukarıda malı götüren götürüyor, aşağıda bizim kardeşler birbirini yiyor.
Hal böyle olunca da kalkınma tarafında duran adaletli kardeşlerimle adalet tarafında duran kalkınmasız kardeşlerim Hasan amcaların ahıyla sürdürecek hayatını…
Ayşe teyzenin pazarın çöplüğünden topladıklarıyla doyururken karnını onun duası (!) yetecek onlara…
Sen aldırma bu yazdıklarıma… Sözüm sana değildir anlayacağın…
Sen mücadele etmen gerekenlerle mücadele edemeyeceğini anladığında yap Don Kişotluğunu yine…
Bolca yel değirmeni var nasılsa bu memlekette… Saplanacak onca hançer…
Namı değer Brütüs olarak sapla millete hançerini…
Adaletin sağladığı imkânla sürdür zenginliğini…
Kalkınmanın verdiği şımarıklıkla gidiver sandığa…
Bol bol ye helal lokmaları, bilmem ne meclislerinde…
Kalkınamayan, aç ve işsiz gezen memleketim insanları mı?
Onlar da kim?
Adaletli adam, senin onlardan haberin mi vardı?
Kalın sağlıcakla…