Bir yılın hemen her haftasına düşen önemli günleri öyle yakın takibe aldılar ki o günün muhatapları kimse onların lideri bulunuyor.
Hemen bir yemekli organizasyon düzenleniyor, hababam bir ton adama yemekler veriliyor, serenatlar yapılıyor, o kitlenin lideri kimse çıkıyor başkanı bir güzel yağlıyor, allıyor-pulluyor, parasını belediye başkanının verip yaptırdığı plaketi de kendisine takdim ediyor, al sana manşet haber.
Bu fasa-fiso işlere de en çok Aziz Alemdar rağbet eder.
Beş senedir milletin ensesinde boz pişir sonra yumurta dayanınca çık herkese gül dağıt.
Esra Kam diye bir akıl hocası vardır onun, o verir bu akılları.
Haydar Bulut’ a da aynısını yaptılar bunlar.
Önce sen en büyüksün, kimseye ihtiyacın yok, belediye başkanlığını yap, ne gerek var Vekile-Teşkilata-Büyükşehir’e-Vatandaşa diye verdiler gazı, verdiler coşkuyu sonra son 6 ayda hadi bu gün şunların günü kutlayalım, şunları ziyaret edelim diye saldılar sahaya.
Ne oldu?
Millet yedi mi?
Vekiller, teşkilat, vatandaş veya parti büyükleri yedi mi?
Sen vatandaşı ağlat, sızlat, tersle, kaba davran sonra “Ben sizi çok seviyorum, siz benim için çok çok değerlisiniz” diye aptal yerine koyarak çık piyasaya şirinlik maskeni tak.
Helaallll… Efsane başkannnn…
Balık hafızalı demek hakaret olur ama usuldendir diye söyleyelim.
Ne çabuk unutan bir milletiz ya!
Ne çabuk gaza geliyoruz.
Ne yalaka tarafımız var bizim.
Neymiş efendim Başkan Alemdar Derince için şansmış.
Allah iyiliğinizi versin emi.
Bunu söylerken Allah’ tan korkar adam biraz.
Hiç mi gazete okumuyorsunuz, hiç mi olan biteni işitmiyorsunuz, hiç mi vicdanınız yok sizin ki bu cümleyi sarf ediyorsunuz?
Adamın yemediği nane kalmadı, görmüyor musunuz?
Siyaset adına da yemeğin hatırına da olsa bu laf edilmez ki siz bir kitleyi temsil ediyorsunuz, hem de en mukaddes tarafımızı.
Çok cıvıdık çok.
At iziyle it izinin birbirine karıştığı, paçayı kurtarmak için her türlü enstrümanın kullanıldığı bu günlerde çok dikkatli olmamız gerekiyor.
“Devran böyle gitmez” desturuyla hareket edip bütün davranışlarımızı, duruşumuzu önümüzdeki uzun yıllara göre tanzim etmeliyiz.
Sonra çıkar birisi, açar defteri, çeker kulağımızı.
Yaptığımız yalakalıkların hesabını sordukları zaman hiç kıvıracak yerimiz kalmaz.
Gerçi ona da çare buluruz hemen.
İşte,” efendim çok sıkıştırıldım, siyaset baskı yaptı, öyle yapmasam hizmet alamazdım veya işim-aşım için öyle davrandım, yoksa işten atılırdım, şuraya sürülürdüm, ya da her ay muntazam kestiğim faturalar vardı, geçmiş belediye başkanı zamanında mağdur olmuştum da onun zararlarını çıkarmak için bu adama yalakalık yapıp fatura kesiyordum veya benim gibi kafası çalışmayan adama bile ayda şu kadar maaş verdi, beni makam-mevki sahibi yaptı veya imarla alakalı bir sürü parasal işin içinde bulunmak zorundaydım çünkü benimde böyle bir sakatım var da onun için ” gibi bir sürü mazeretlerimiz hazırlanmıştır bizim.
Derle ya “Minareyi çalan kılıfını hazırlar” diye.
Hem Teşbih hem de Mecazdır tabii bu laf.
Minare çalınıp kılıfa koyulur mu?
O kadar büyük şey nereye sığacak?
Ona göre kılıf olur mu?
O minareyi çalmayı kafaya koyacak kadar haddi aşanlar onu gizleyecekleri bir formül de üretirler manasındadır bu söz.
Netekim öyledir.
Türlü türlü işleri için her türlü kılıfı iç cebinde taşımayı alışkanlık haline getirenler için sorun yok tabi ama millet için değer addedilen hususlara ne kılıf uyar ne minare.
Her şeyi her zaman unutmayı alışkanlık haline getirmiş olan bizlerin bir anlık hatırlayacağı öyle değerler vardır ki işte o an onu hatırladığında ya iş işten geçmiş olabilir ya da tam işe yarayacak olabilir.
Zamanlama dediğimiz şey çok önemlidir anlayacağımız.
Mesela sandığa gidip oyumuzu kullandıktan sonra hatırlarsak iş bitmiş olur ama sabah oy kullanmaya hazırlandığımızda aklımıza gelir ve hatta sandığa gideceğimiz güne kadar hiç aklımızdan çıkmaz ve EVET mührünü basana kadar da taşıdığımız sorumluluğun farkında olarak unutmazsak o değerleri hem kendimiz hem de ülkemiz için hayırlı bir iş yapmış oluruz.
Bu seçimlerde ne minareyi çalanlara ne de kılıfını hazırlayanlara ne de kendilerini allayıp-pullayıp bize yedirmeye çalışanlara müsaade etmeyeceğimizi varsayıyorum.
İnanıyorum demiyorum… Varsayıyorum.
Çünkü biliyorum ki bende dâhil olmak üzere millet olarak ne gözyaşına ne de üzerinde iyice çalışılmış güzel sözlere zaafımız bitmeyecektir.
Hal böyle olunca da millet olarak yine bize zamanın en güzel hediyesi olan o meşhur kol saati düşecektir.
Seiko 5…
Zamanı doğru göstermesi önemli değil…
Markası yeter.
Kalın sağlıcakla…